Akşener’in konuşmalarından öne çıkanlar şöyle:
Merkez Bankası Liderleri Erdoğan’ın sayesinde mevsimlik emekçi oldular. Her döneme diğer Merkez Bankası lideriyle giriyoruz. Erdoğan farkında mısın bilmiyorum fakat bildiğini okumaya, sorumsuzca konuşmaya, meseleleri halının altına süpürdükçe dolar artıyor. Dolar arttıkça çiftçinin gübresinin, mazotunun fiyatı artıyor. Milletimiz perişan oluyor. Tüm bunlar olurken Maliye bakanımız ortada yok.
Merkez Bankası da tam takır, kuru bakır kaldı. Artık de, ödünç aldıkları dövizler için, alacaklılar kapıda bekliyor. İşte o nedenle, müdahale edemez. Şu anda Merkez Bankası’nın net rezervi, maalesef eksi 43 milyar dolar. Yani Merkez Bankası bugün; “dükkânı kapatacağım” dese, 43 milyar dolar paraya gereksinimi var.
Her seferinde söyledik, her seferinde uyardık. Bugün burada, yeniden tekrar ediyorum: Merkez Bankası gücünü, prestijinden alır. Prestiji da, bağımsızlığından gelir. Fakat Sayın Erdoğan sağ olsun, Türkiye’nin en güzide kurumunda, ne bağımsızlık kaldı, ne de itibar…
Bak sayın Erdoğan; Her sorunun tahlili, evvel gerçek teşhisle başlar. Milletimizin sana verdiği, tüm bu yetkilerden sonrasında, dolar kurunun, son 3 yılda, 4 buçuk liradan, 9.33 liraya çıkmasının sebebi, sensin, sen. Bunu artık kabul et. Sen, kelamım ona faizleri düşürdün lakin, Türkiye’nin risk primi arttı.
Risk primi artınca, tahvil faizleri arttı. Ticari kredilerin faizleri arttı. Döviz cinsinden bulunacak dış kaynak için, ödenecek faiz de arttı. Senin bu beceriksizliğin yüzünden; Devlet bütçesinden yalnızca bu yıl, 200 milyar lira faiz ödemesi yapılacak.
Bu 200 milyar lira; Türkiye’de kayıtlı, 22 milyon çalışanın vergilerinden daha yüksek. Yani; 22 milyonun ödediği verginin tamamı, faize gidecek. Dahası var. Kurdaki bir liralık artış, dış borcumuzu da, 450 milyar lira artırıyor.
Sayın Erdoğan, Partili Cumhurbaşkanı olarak vazifeye geldiğinden bu yana, ülkemizin dış borcu, tam 2 trilyon lira arttı. Pekala bu borç, nasıl ödenecek biliyor musunuz? Eser fiyatları artacak, o denli ödenecek. Besin fiyatları artacak, o denli ödenecek. Doğalgaz ve elektrik fiyatları artacak, o denli ödenecek.
Giysi kuşam fiyatları artacak, o denli ödenecek. Yani; bizlerin cebinden çıkan para ile ödenecek. Onların ceplerinden kuruş çıkmayacak, lüks hayatları tam gaz sürecek, faturayı millet olarak hepimiz ödeyeceğiz.
Aziz milletim; Milletçe bize bu faturayı kesen de, bu hesabı ödeten de, şahsen Sayın Erdoğan’dır. Paramızın pul olmasının sebebi de, borç içinde yüzmemizin nedeni de, şahsen Sayın Erdoğan’dır. Tokatlı gencimize, gece saat 1’e, 2’ye kadar, kurun yükselişini izleten de,
Bursalı esnafımıza, yerli eseri, dolarla aldırtan da, şahsen Sayın Erdoğan’dır. 2018’de aldığı yetkiyle sefa süren de, milletimizin kendisine gösterdiği itimadı boşa çıkartan da, şahsen Sayın Erdoğan’dır.
‘ARTIK VAKİT, HESAP VAKTİ; ARTIK VAKİT, SANDIK VAKTİ’
İşte o nedenle; “Vakit Türkiye Vakti” diye, iş başına gelenlerin, artık bu milletin yakasından düşme vakti, geldi de çattı. Haydi Sayın Erdoğan, vakit tamam. Çırpınmanın, çamura yatmanın, alemi yok. Milletimizin bu gidişe daha fazla tahammülü kalmadı.
Artık Vakit, Hesap Vakti. Artık Vakit, Sandık Vakti. Artık Vakit, Seçim Vakti. Sayın Erdoğan ve arkadaşları, dış politikayı da, tıpkı ekonomiyi yönettiği üzere yönetiyor. Yani; Akılsız iktisat siyasetleri ve keyfi kararlar, nasıl risk primimizi arttırıp, ödediğimiz bedeli üst çekiyorsa; emsal bir durumu, dış siyasette da yaşıyoruz.
Biz bugün, Suriye’de; Sayın Erdoğan’ın, evvel ABD’ye, akabinde da Rusya’ya sorumsuzca verdiği, tutulması mümkün olmayan kelamların, bedelini ödüyoruz. Kendisi Suriye’de, şahsının siyasetlerini uyguluyor; bedelini de, milletimiz cebiyle, Mehmetçiğimiz ise canıyla ödüyor.
Gelin daima birlikte, yakın geçmişi bir hatırlayalım: Suriye’de iç savaş birinci başladığında; Sayın Erdoğan, Şam’da cuma namazı kılma hayallerinin peşine düştü. Bu hayalini de, ABD’nin takviyesiyle gerçekleştirebileceğini düşündü.
Bunun için; Şam hükûmetini, büsbütün karşısına aldı. Bir arada deniz tatili yaptığı kardeşi Esad’ı, anında Katil Esad yaptı. İstikrarsızlaşan Suriye’yi de, PKK’nın eline bıraktı. Sonra ne oldu? 2015 yılının, Ekim ayında; ABD’nin, Esad’ı devirmek için savaşmaya, hiç de niyetli olmadığını anlayan Rusya, şahsen Suriye’ye asker çıkarınca; Sayın Erdoğan da, kısa bir bocalamanın akabinde, bu sefer de dümeni Rusya’ya kırdı.
Bu devirde, Rusya ile iyi ilgiler kurmak için, taviz üstüne taviz verdi. Bu dâhiyane, “ne vereyim abime” yaklaşımının sonucunda, bugün başımıza bela olan ve fellik fellik kurtulmanın yollarını aradığımız S-400’ler, 2 buçuk milyar dolar peşin para karşılığında, satın alındı.
O denli ki; Türkiye, bu alımı yaptığı için, yıllardır yatırım yaptığı, F-35 projesinden çıkartıldı ve yaklaşık 11 milyar dolarlık bir kayba uğradı. Münasebetiyle; S-400 işinin bize maliyeti, 13,5 milyar dolar, yani 120 milyar Türk Lirası oldu. Bunun karşılığında ise, elimizde dekoratif roketlerimiz, F-35’lerin de posterleri kaldı.
Sürecin devamında; İktidar, 2018 yılında imzaladığı Soçi mutabakatında; İdlib’teki radikal ögelerin, Şam hükûmetine ve Rus birliklerine, rastgele bir hücumda bulunmayacağını garanti etti.
Üstelik Sayın Erdoğan, bununla da yetinmedi. Rastgele bir akın durumunda, Rusya ile ortak reaksiyon vereceğini de taahhüt etti. Pekala sonuç ne oldu? Tüm itirazlarımıza ve ikazlarımıza karşın; yürütülen bu akıllara ziyan diplomasinin birinci acı sonucunda; 2020 yılının Şubat ayında, İdlib’te 33 evladımız şehit oldu.
Karar
